26 Temmuz 2014 Cumartesi

Açılmayan kapı yoktur, açmayan anahtar vardır. Orada bir Özge kesin vardır.

Yine günlerden bir gün. 30 Haziran (Özge'nin beyan ettiği üzere). 
Net hatırlamıyorum, bütünleme günüydü, sinir bozucu günleri hatırlamamakla ilgili hafızam muazzam bir çabaya sahiptir.
Antalya sıcak. Bilen bilir Antalya hep çok sıcaktır, hele ki sınavınız yeni bitmişse, günlerdir doğru düzgün uyumamışsanız ve de Özge'den sürpriz bir telefon almışsanız. 
Saat 23.30 civarı ben zombie gibi ortalıkta dolaşıyorum, aynaya bakıp 'tipe bak len ahaha'
gibi gereksiz ve zevzek espriler yapıyorum felan. 
Neyse telefona bir çağrı, baktım Özge arıyor, ısrarcı ve kendinden emin çaldırıyor. Vay anasını be, deyip telefonu cevapladım.
Gerçekten konuşan Özge'ydi. Hilâl, diyordu telefondaki ses, çok acil buraya gelmelisin, diyordu. Gökler ağlıyordu. Benim başım ağrıyordu. Özge, gel, diyordu.
Neyse, hemen anahtarı kaptım karşı blokta oturan sesin sahibine koşarak ilerlemeye başladım. 
Beni apartmanın kapısında karşıladı, üzerinde her kızın giyebileceği türden mavi bir t-shirt altında siyah kapri. Ve bir yaz gününün olmazsa olmazı parmak arası şipidik terlikler.
Mavi t-shirt gözlerinin rengini iyice ortaya çıkarmış. Sarı saçlarını topuz yapmış, bi kaç isyankar saç teli kendi başına takılıyor. Bi an İzmir güzeli dedikleri bu olsa gerek diye düşündüm, bi anda içimden ÇİĞDEM ve GEVREK dedim. Yakınlarda bi mısır görseydim ona da kesin darı derdim.
Bu kısmı Özge bilmez.
Sonra durumu özetledi, 2 yıldır oturduğu evin anahtarı kapıya olmuyormuş. Lan bi git ya dedim içimden. :D
Ağzımdan 'Allah Allah, du bakalım' çıkmış. 
Yukarı çıktık, ben kapıyı açmaya çalışıyorum, Özge ışık sönmesin diye 'hula hula' dansı yapıyor.
Neyse anahtarlıkta takılı ikinci anahtarı denememle kapı açıldı. İşin özeti bizim şapşik yanlış anahtarla uğraşıyormuş.
Devamında bize geçtik, bak yarım saat oturcam valla, dedi. Giderken saat 3'e geliyordu. 
Şikayetçi olduğum sanılmasın, muhabbetini çok özlüyorum. 
Özge iyki var. :))

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Gazze'ye

"Tweet yazmayın, Gazze çocuklarına dua edin."
"Duyarlı resimler, ölmüş parçalanmış bedenlerin fotoğraflarını paylaşacağınıza Gazze yetimlerine, yetim bırakılmış çocuklarına dua edin."
Ben Gazze çocuklarına dua etmiyorum, bırakın artık Gazze de çocuk mu kaldı?
Çocuk dediğiniz sevgili Madam, bisikletten düşünce dizi kanarsa ağlar, istediği olmayınca ya da annesi dikkatsizce karşıdan geçti diye onu azarlarsa ağlar. Annesinin ölmüş parçalanmış bedeni yanı başında uzanıyorken değil. Atılan bir bomba, üzerine yağan mermiden dolayı beyaz elbisesinin üstünde kandan kelebekler oluşuyorken değil. 
Çocuk dediğin ağlayınca avutulur, annesi acıyan yerini öpünce geçer. O acıyan yer bizzat annesi tarafından bir daha öpülemeyecek yanaklarsa şayet, onlara çok rica ederim çocuklar demeyin. 
Nasıl ki bir balon patlamadan nasıl balon patlar bilinmez, birisi ölmeden de ölümü anlamak kolay olmuyor işte sayın Madam. Ve farkında mısınız o coğrafyada çocuklar çok çabuk büyüyor. Bir bebeğin mesela ilk attığı adıma, düşen bombalar eşlik ediyor. Belki bazısının gözlerinde kalan son resim kendisine doğru gelen bir şarapnel parçası oluyor. Kaybolan ayağının teki bir daha bulunamıyor belki. Ayağı diyorum gözlerini dehşet bürümüş Madam, ayakkabısı değil. Siz ona çocuk diyorsunuz. Onlar hepimizden daha büyük, hepimizden yaşlı, hepimizden yorgunlar.
Dua etmeyin demiyorum ama Gazze'nin yetimleri diye başlayın ve daha yetim bırakılacak niceleri diye devam edin. 'Allah sebep olanları kahretsin.'
Kan revan içindeyiz öyle mecazen de değil harbiden.
Bakıyoruz avuçlarımıza orada, orada Allah'a edilmeyi bekleyen ve biriken, taşan.. 
bıraksan adeta göğe yükselmeyi bekleyen ve artık hepsi de biraz mertebe sahibi olmuş dualar.
Rabbim böylece sessiz kalanları hepsinin, elinizi vicdanınıza koyun dediğimizde elini götürecek yer bulamayanların belâsını versin, değil mi Madam?

11 Mayıs 2014 Pazar

Selam Merhaba.

Hamdolsun bir aşkı içimize koyana, Ruknettin ile doktoru konuşturana. Hem ilk yazı hem de burdan şanımız yürüsün diye hayatımın merkezine bağdaş kurmuş bir şiirin bahsi ile başlayayım efendim, çünkü bazen harfleri ayak bileklerinden kavramak gerekir.
"Ruknettin'in aynalarda ağladığı kadar var."
Aynalar bayım bize sonsuz bir derinliğin içinden bakarlar. Garip olan odur ki ne zaman biz ona baksak o gözlerini gözlerimize dikmiş olur çoktan, ve bayım siz onlardan hiç bir şeyi saklayamazsınız. Kızgınsanız misalen, kırgınsanız tüm esamesi yüzünüzden okunur. Sırrı dökülmemiş bir aynaya bir sır emanet etmek gibidir biraz, insanın aynada kendiyle gözgöze gelmesi. Aynalar çok mühimdir.
Ve madem kalbi hep böyle yavaşsa Ruknettin'in, bir umudu yitirmenin hüznünü çoktan yaşamış demektir. Bir ölümü yakından tecrübe etmiş, en az bir kez gözyaşlarına hakim olamamış, ve en az üç kere kalbi bir başkası için çarpmış demektir.
Ruknettin Allah'a inanmasın da n'apsın?
Ruknettin Allah'a inanmasın da n'apsın?
Ruknettin ..